Sayfalar

17 Kasım 2015 Salı

DEHB - DİKKAT EKSİKLİĞİ ve HİPERAKTİVİTE BOZUKLUĞU

GİRİŞ

Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu (DEHB), konsantrasyon güçlüğü, aşırı hareketlilik ve dürtü kontrolündeki sorunlarla karakterize olup çocukluk çağının en sık sorunlarındandır. Hastalık genellik 7 yaşından önce görülür. (DEHB) çocukların yaklaşık %2-10'unda görülmektedir. DEHB erkek çocuklarda 3-4 kat daha yüksek oranda görülür (Barkley 1997). Çocukluk döneminde DEHB olan bireylerin yaklaşık %30-70'inde dikkat eksikliğinin erişkinlik döneminde de devam ettiği savunulmaktadır (Larrson 2004). DEHB bulunan çocukların uzun süreli takibinin yapıldığı bir çalışmada, çocukluk çağında tanının konulmasından sonraki 9.yılda %31, 17.yılda %8 oranında devam ettiğini göstermektedir (Mick & Faraone 2000).

KALITSAL BİR HASTALIK MI?

DEHB ailesel ve ailesel olmayanlar olarak iki grupta incelenebilir. Ailesel DEHB tipinin genetik geçişli olduğu iddia edilmektedir (Martin & Scourfield 2002). Tek yumurta ikizlerinde %80'e varan oranlarda diğer çocukta da DEHB görülmektedir. Bu oran çift yumurta ikizlerinde %40 dolayındadır.

Ülkemizden yapılan bir çalışmada, DEHB tanısı konulan çocukların ebeveynlerinde, kontrol grubuna göre daha yüksek oranda dikkat eksikliği bulguları olduğu ortaya konulmuştur (Aydın ve ark. 2006). Çalışma aynı zamanda yapılan özel değerlendirmelerle bu ebeveynlerin çocukluk çağlarında da DEHB bulguları gösterdiğini ortaya koymaktadır.

DEHB OLUŞTURABİLEN DİĞER NEDENLER

Çocukluk çağındaki DEHB bulgularının görülmesinde genetik nedenlerin yanında çevresel faktörlerin de bulunduğu savunulmaktadır (Steunhausen 2003).

DEHB ile nörotransmitter denilen Dopamin ve Noepinefrin gibi maddeler arasında yakın ilişki olduğu görülmüştür. Dikkat ve algılama beynin ön bölgesinin fonksiyonlarındır ve bu işlemlerin düzenlenmesinde Dopamin ve Norepinefrinin direkt ilgili olduğu gösterilmiştir. DEHB tanısı konulan çocukların beyin omurilik sıvılarında ve kanlarında bu maddeler daha düşük oranda bulunurken, idrarlarında  bu maddelerinin yıkım ürünlerine daha az oranda rastlanılmaktadır.

DEHB DURUMUNDAN NASIL ŞÜPHELENİLMELİDİR


DEHB tanısı alan çocuklar aşırı hareketlidir. Hareketlilik bütün çocuklarda bulunan bir özellik iken, bu tür çocuklarda okul, ev ve arkadaş ortamlarında öğretmen, aile ve arkadaşlar için çocuğun işlevselliği açısından sorun oluşturacak seviyelerdedir.

DEHB tanısı alan çocuklarda dikkat dağınıklığı vardır. Bu çocuklar eşya ve oyuncaklarını sıkça kaybederler, sorumluluklarını unuturlar. Bir işle uğraşırken çevresel faktörlerle dikkatleri hemen dağılır ve konsantrasyon problemi yaşarlar.

DEHB tanısı alan çocuklar aşırı sabırsızdırlar. İsteklerini erteleyemez ve hemen yapılmasını isterler, bir soru sorulduğunda daha soru bitmeden cevap vermeye kalkışırlar. Başkalarını dinleyemez ve sürekli karşısındakinin sözünü keserler. Bu durum dürtüsellik olarak tanımlanır.

DEHB TANISI NASIL KONULUR

Tanının konulmasında uzman bir psikiyatristin, çok geniş kapsamlı bir şekilde aile, çocuk, ve eğitim kurumlarındaki ilgili kişilerle yayacağı görüşmeler çok önemlidir. Ayrıca ilgili ölçekler ve testler faydalı bilgiler sağlayabilir. Bu arada işitme ve görme fonksiyonlarının da değerlendirilmesi gerekir.
İşitme azlığı ve kaybı olan çocukların çevreyle ilgileri azalır ve öğrenme güçlükleri çekerler. Özellikle her iki kulağın birden etkilendiği durumlarda çocuk kulağının daha az işittiğini de farkedemez. Ailenin bazı davranışlarından şüphelenmesi gerekir. Bu tür çocuklar yüksek sesle konuşurlar, televizyon vb cihazların sesini çok açarlar ve kendilerine söylenilenleri sürekli tekrarlatırlar.

DSM-IV tanı kriterleri tablosundaki 9 özellikten en az altısının bulunması gerekir. Ayrıca ilgili davranışsal özelliklerin 6 aydan uzun süre var olması ve birbirinden farklı en az iki ortamda görülmesiyle tanı konulabilir.

     DSM-IV DİKKAT EKSİKLİĞİ TANI KRİTERLERİ
     1. Çoğu zaman dikkatini ayrıntılara veremez yada okul ödevlerinde, işlerinde yada diğer etkinliklerde dikkatsizce hatalar yapar.
     2. Çoğu zaman üzerine aldığı görevlerde yada oynadığı etkinliklerde dikkati dağılır 
     3. Doğrudan kendisine konuşulduğunda dinlemiyormuş gibi görünür
     4. Çoğu zaman yönergeleri izlemez, okul ödevlerini yada işlerini tamamlayamaz
     5. Çoğu zaman üzerine aldığı görevleri ve etkinlikleri düzenlemekte zorluk çeker
     6. Çoğu zaman sürekli mental çabayı gerektiren görevlerden kaçınır, bunları sevmez yada bunlarda yer almaya isteksizdir
     7. Çoğu zaman üzerine aldığı görev yada etkinlikler için gerekli olan şeyleri kaybeder (kitap, kalem, gereçler, oyuncak  vb)
     8. Çoğu zaman dış uyaranlarla dikkati kolayca dağılır

     9. Günlük etkinliklerde çoğu zaman unutkandır

     DSM-IV HİPERAKTİVİTE TANI KRİTERLERİ
     1. Çoğu zaman elleri ayakları kıpır kıpırdır yada oturduğu yerde kıpırdanıp durur
     2. Çoğu zaman sınıfta yada oturması beklenilen diğer durumlarda oturmayıp ayağa kalkar, dolaşır
     3. Çoğu zaman uygunsuz olan durumlarda koşuşturur veya tırmanır
     4. Çoğu zaman boş zamanlarını geçirmede sakin davranamaz yada oyun oynama zorluğu gösterir
     5. Çoğu zaman hareket halindedir yada bir motor tarafından sürülüyor gibi davranır
     6. Çoğu zaman çok konuşur
     7. Çoğu zaman sorulan soru bitmeden cevabı yapıştırır
     8. Çoğu zaman sırasını beklemede güçlük çeker
     9. Çoğu zaman başkalarının sözünü keser, yada başkalarının oyunlarına burnunu sokar


Tanının konulması kadar ayırıcı tanının araştırılması da çok önemlidir. Zeka geriliği, öğrenme bozuklukları (ÖB), davranım bozuklukları (DB), duygudurum bozuklukları, karşıt olma karşı gelme bozukluğu (KOKGB), uyum bozuklukları ve madde kullanım gibi durumlara yönelik araştırmalar ayrıca yapılmalıdır.


DEHB NELERE DEDEN OLABİLİR

Çocukluktaki DEHB sonucunda bireylerde antisosyal davranışlar, madde kullanımı, akademik ve mesleki başarısızlıklar görülebilmektedir (Steinhausen 2003). DEHB bulunan kişilerin akrabalar arası yapılan evliliklerden doğan çocuklarında daha yüksek oranda antisosyal kişilik ve duygudurum bozuklukları, madde kullanımı görülmektedir.

DEHB bulunan çocukların ailelerinde daha yüksek oranda psikiyatrik sorunlar bulunduğu gösterilmiştir (Chronis 2003). Bu tür çocukların annelerinde %6 dolayında anksiyete yada depresyon bulguları görülürken, bu oranın çocuktaki davranış bozukluğunun oranıyla ilişkili olduğu bildirilmiştir (Barkley 1991).

TEDAVİ

Her hastanın tedavi programı birbirinden farklılık gösterebilir. DEHB tanısı alan çocukların tedavisi çok yönlü olmalıdır. Öncelikle ailenin hastalık hakkında bilgilendirilmesi gerekir. Tedavinin mutlaka ilaçlarla yapılması diye bir yaklaşım yoktur. Başarılı bir tedavi için gerekli olgularda ilaç tedavisinin yanında psikososyal tedaviler de yapılmadır. Bu amaçla aile terapileri, gevşeme tedavileri, diyet ve vitamin takviyeleri gibi unsurlar söz konusu olacaktır.

İlaç tedavisi olarak merkezi sinir sistemi uyarıcıları, antidepresanlar, antipsikotikler, anksiyolitikler, antikonvülzanlar, lityum, klonidin ve guanfasin gibi ilaçlardan faydalınalabilmektedir. İlaçların bir kısmı yeşil, bir kısmı kırmızı reçete kapsamındadır. Çocuklarda da güvenle kullanılabilecek ilaçlar vardır.

En sık kullanılan ve ülkemizde de bulunan ilaçlardan biri metilfenidat isimli ajandır. Tablet şeklinde preparatları vardır. Alındıktan 30 dk sonra etkisi başlar ve en yüksek kan yoğunluğuna 2.saatte ulaşır. Yaklaşık 4-6 saat süreyle çocuktaki semptomların kontrolünde etkilidir. Günde 2 kez kullanılabilir. Ancak etki süresinin sonunda mevcut hastalık bulgularının abartılı şekilde ortaya çıkması karakteristiktir. Bazı kaynaklara göre boy uzamasında yavaşlamaya neden olduğu iddia edilmektedir.

AİLELERE DÜŞEN GÖREVLER

Çocuklarımız daha 2 yaşlarındayken oynamaları için önlerine onlarca oyuncak konulmamalıdır. Böyle bir durumda çocuğun dikkati bir oyuncaktan diğerine kolayca kayacaktır ve dikkat dağınıklığının zemini hazırlanacaktır. En iyisi her seferinde sadece tek bir oyuncakla en az 25 dk kadar oynayabilmesi sağlanmalıdır. Bundan daha kısa sürede sıkılıp ağlamaya başlarsa aynı oyuncakla bir süre daha oynaması için teşvik edilmeli, bir süre aynı oyuncakla birlikte oynamayı denemelidir. Böyle bir durumda heme başka bir oyuncakla oynamaya geçilmemelidir.

Daha büyük yaştaki çocuklarda okuması için eline bir metin verilmeli ve 5 dakika süreyle dikkatlice okuması istenmelidir. Bu sürenin sonunda okuduğu metinle ilgili sorulara tam cevap verebilmelidir. Metindeki ayrıntıları kaçırmışsa 5 dakika daha zaman verilerek aynı işlem tekrarlanmalıdır. Haftalar içinde okuma süresi yavaş yavaş  uzatılarak çocuğun dikkatini yoğunlaştırmasına yönelik egzersizler yapılmalıdır.

Ayrıca çocuğun eline bir sayfalık bir metin verilmeli ve 120 saniye içende belirli bir harfin kaç kez kullanıldığını sayması istenir. Süre sonunda aynı harf beraberce sayılmalı ve çocuğun bulduğu harf sayısının, gerçek harf sayısına oranına bakılmalıdır. Dikkat eksikliğinde bu oran başlangıçta %60 gibi düşük değerlerde oluşur. Aynı çalışma sonraki günlerde başka metinlerde başka harfler için tekrarlanarak devam edilmelidir. Zamanla aynı süre içinde 2 veya daha çok sayıdaki farklı harflerin sayısının bulunması istenmelidir. Bu egzersizlerle zamanla dikkat yoğunluğu artırılabilmektedir.

Her hangi bir şeyin yapılmasından sıkılma oluştuğunda derin bir nefes alınıp yaklaşık 6 saniye içimizde tutulmalı ve sonra nefes verilmelidir. Bu şekilde arka arkaya 4 kez nefes alınmasıyla sıkılmışlık durumundan kurtulmak mümkündür. Örneğin ders çalışırken yaptığı işten sıkılan bir çocuk işinin başından sıkılıp ayrılmak istediğinde bu egzersizin çok faydası olacaktır. 

Normalde bir çocuk yaklaşık 50-60 dakika süreyle bir konu üzerinde odaklanmasını sürdürebilmelidir. Bu süre yakalanamıyorsa önce daha kısa sürelerden başlanarak yavaş yavaş artırılma yoluna gidilmelidir. Örneğin önce sadece 20 dakika ile başlanmalı ve birkaç hafta bu şekilde devam edilmelidir. Daha sonra birkaç haftada bir süre 10-15 dakikalık artırımlarla uzatılmalıdır. Yine bir çocuk aralar vermek kaydıyla günde yaklaşık 2-3 saat süreyle dikkat gerektiren bir işle, örneğin ders çalışmak gibi bir aktiviteyle uğraşabilmelidir. 

Dikkat eksikliğiyle mücadele için yapılmaması gereken 3 yöntem ise şöyle sıralanabilir;
i. Tehdit edilmemelidir
ii. Bir işi başarması karşılığında rüşvet niteliğinde bir ödül vaad edilmemelidir
iii. Kaba kuvvet kullanılması yoluna gidilmemelidir

KAYNAKLAR

Amerikan Psikiyatri Birliği: DSM-IV-TR Tanı Ölçütleri Başvuru Elkitabı. Yeniden Gözden Geçirilmiş Baskı. Amerikan Psikiyatri Birliği,
Aydın H, Diler RS, Yurdagül E, ve ark. DEHB tanılı çocukların ebeveynlerinde DEHB oranı. Klinik  Psikiyatri 2006; 9:70-4

Barkley RA (1997) Advancing age, declining ADHD. Am J Psychiatry, 154:1323-1325.
Chronis AM, Lahey BB, Pelham WE ve ark. (2003) Psychopathology and substance abuse in parents of young children with attention-deficit/hyperactivity disorder. J Am Acad Child Adolesc Psychiatry, 42(12):1424-1432.
Martin N, Scourfield J (2002) Observer effects and heritability of childhood attention-deficit hyperactivity disorder symtoms.Br J Psychiatry, 180: 260-265
Mick E, Faraone SV (2000) Age-dependent decline of symtoms of attention deficit hyperctivity disorder: Impact of remission definition and symtom type. Am J Psychiatry, 157(5): 816-819.
Steinhausen HC, Drechsler R, Földenyl M ve ark. (2003) Clinical course of attention-deficit/ hyperactivity disorder from childhood toward early adolescence. J Am Acad Child Adolesc Psychiatry, 1085-1092
Washington DC, 2000'den çeviren Köroğlu E, Ankara, Hekimler Yayın Birliği, 2001.


PROF.DR. MUSTAF ASIM ŞAFAK
KBB Anabilim Dalı Başkanı
NEMJ Baş Editör
Lefkoşa, KKTC

Mobile Phone KKTC: 0 542 877 55 66 
                         TC: 0 532 361 18 90
www.masafak.com

30 Eylül 2015 Çarşamba

BAŞ VE BOYUN KİTLELERİ

Baş ve boyun bölgesi vucudumuzun organ çeşitliliği açısından en zengin bölümüdür. Bu bölgede altı adet büyük tükrük bezi, binlerce küçük tükrük bezleri, ikiyüzün üstünde lenf nodu, gırtlak, yemek borusu, tiroid bezi, paratiroid bezleri, çok sayıda kaslar, sinirler ve büyük çaplı damarlar bulunmaktadır. Bu organlardan her birine ait çok değişik özellikte şişlik oluşturan hastalıklar olabilir. Bunların önemli bölümü son derece ciddi hastalıkların ilk habercisi olabilir ve ihmal edilmemelidir.

Boyun Kitlelerinin Nedenleri

Baş ve boyun bölgesindeki kitlelerin önemli bir bölümü, ilgili organların enfeksiyonları sonucu genişlemeleridir. Ayrıca bölgedeki organlara bağlı iyi huylu yada kötü huylu tümörler nedeniyle de kitleler oluşabilmektedir. Çok nadir olmamakla birlikte doğumsal birtakım anormalliklere bağlı olarak  gelişen boyun kitleleri de görülebilmektedir. Baş boyun bölgesindeki kaslara, damarlara, sinirlere kemik ve dişlere bağlı çok değişik kitleler de sözkkonusudur.

Lenf Nodlarına Bağlı Kitleler

Baş ve boyun bölgesindeki kitlelerin çok önemli bir bölümü, lenf nodlarının iltihaplar nedeniyle genişlemesiyle oluşur. Normalde boyutları 5x10 mm dolayında mekik şeklinde olan lenf nodları, bulundukları bölgeye en yakın organdaki iltihaplara neden olan patojen mikro-organizmaları yakalamak ve vucudumuzun savunma sistemini devreye sokmak üzere genişleme gösterirler. Örneğin yanağınızdaki bir sivilce veya herhangi bir diş iltihabı gibi enfeksiyon odağı bulunması halinde, bu odağa en yakın olan lenf nodları hemen reaksiyon gösterir. Bu şekilde gelişen lenf nodlarının büyümesiyle oluşan boyun kitleleri "LENFADENİT" olarak isimlendirilir. Lenfadenitler birkaç gün içinde belirir ve genellikle ağrılıdır. Enfeksiyon odağının devam etmesi halinde komşu diğer birkaç lenf nodu daha reaksiyona katılabilir. Lenfadenitler genellikle 10x15-20 mm boyutlara kadar genişler. Enfeksiyon kaynağının tedavisi sonrası ağrılı olma özelliği kaybolur ve boyutları ilk hafta içinde biraz küçülme gösterse de, ilk orjinal boyutlarına kadar küçülmeleri birkaç ayı bulabilir.


Lenf nodlarındaki büyümeler daha uzun süre içinde yavaş yavaş gelişiyor ve özellikle ağrısız ise çok daha fazla önemlidir. Bü tür büyümeler "LENFADENOPATİ" olarak isimlendirilir. Lenfadenopatiler 50-60 mm boyutlara kadar büyüyebilir. Şekilleri mekik şeklinden daha çok sferik yani daha çok top şeklindedir. Ağrısız, sferik ve aylar içinde yavaşça büyüyen ve özellikle 20 mm boyutlarını aşan boyun kitleleri ihmale gelmez. Bu tür lenfadenopatiler iyi yada kötü huylu bir tümörün en önemli habercisi olabilir.

Tükrük Bezlerine Ait Kitleler

Tükrük bezlerindeki büyümeler yine en sık enfeksiyonlar nedeniyle gelişir. Enfeksiyonların genel özellikleri gereği sıklıkla ağrılı kitlelerdir. Yerleşimleri yanakta, çene altında veya dil altına olabilir. Tükrük bezi enfeksiyonları ise en sık tükrük bezlerinin kanallarındaki yaralanmalar veya tıkanmalara neden olan taş gelişimleri sonucu görülür. Tükrük bezi taşlarının tipik karakteristiği yemek yeme sırasında büyüme götermeleri ve sonrasındaki birkaç saat içinde yavaşça tekrar küçülmeliridir. Uzun süreli tükrük bezi taşları zamanla ilgili tükrük bezinde enfeksiyonlara hatta abselere neden olabilmektedir. İlginç olarak bazen tükrük bezi enfeksiyonları sonrasında tükrük bezi kanallarında ve bez içinde taş oluşumları görülebilmektedir.


Tükrük bezlerine ait tümöral patolojiler de söz konusudur. Tükrük bezi içinde bir odak aylar içinde zamanla sert bir kitle şeklinde yavaşça, ağrısız bir genişleme gösterir. En sık kulak altında ve çene kemiğinin hemen arkasında veya altında lastik kıvamında sferik bir sertlik şeklinde ortaya çıkar. Bazen bu kitleler ile birlikte yüz felçleri görülebilir. Nekadar erken tespit edilebilirse, tedavisi o denli başarılı ve komplikasyonsuz olacaktır.

Doğumsal Kitleler

Doğumsal kitleler sıklıkla çocukluk çağında görülse de, bazen gizli olarak sessiz kalıp, erişkin yaşlarda genellikle enfeksiyon gibi tetikleyici bir etkenle ortaya çıkabilir. Bu tür kitleler genellikle doğum öncesi organların gelişiminden sorumlu bir takım oluşumların doğumdan önce körelemeyip kitle şeklinde kalmasıyla oluşur.

Önemli bir bölümü tiroid bezinin gelişiminden sorumlu kitlelerdir ve "TİROGLOSSAL KİST" olarak isimlendirilir. Tiroglossal kistler genellikle boyun orta hattında tiroid bezi ile dil kökü arasındaki hat üzerinde ortaya çıkar. Enfekte olmadıkları sürece ağrısızdır ve dilin ağız dışına çıkarılmasıyla yukarı yönde hareket gösterirler.


Doğumsal kitlelerin diğer önemli bir bölümü "BARANKİAL KİSTLER" olarak adlandırılan ve genellikle boyun yan bölgelerinde ve boynun en sık üst bölümlerinde yerleşimli kitlelerdir. Enfekte olmadıkları sürece genellikle ağrısız ve yumuşak kıvamlıdır. Bu tür kitlelerin derin dokulardaki uzantıları hayati damar ve sinir yapılarıyla yakın komşuluklar gösterirler.


Baş Boyun Kitlesiyle Karşılaşınca Ne Yapılmalı

Baş ve boyun bölgesi asıl olarak Kulak Burun Boğaz Anabilim Dalının ilgi alanındadır. Bu bölgelerde elimize gelen, yakınlarımızın farkettiği herhangi bir şişlik veya simetri bozukluğu ile karşılaşıldığında hiç vakit kaybedilmeden doktora başvurulmalıdır. KBB hekimleri hastayla yaptıkları görüşme sonrasında yapılan fizik muayene ve endoskopik muayeneler ile kitlenin nedeni konusunda önemli bulgular saptayacaklardır. Çoğu zaman sadece fizik muayene ile tanı konulması mümkündür ve tedavi planlaması yapılır. Tedavi sürelerinin sonunda mutlaka kitlelerin gösterdikleri gelişim kontrol edilmelidir.

Fizik muayene ile tanı konulması güç olan durumlarda ultrasonoğrafi (USG), bilgisayarlı tomografi (CT), manyetik rezonnas görüntüleme (MRI) veya nükleer tıp görüntülemeleri (Sintigrafi, PET CT) gibi radyolojik yöntemler ile incelemer yapılacaktır. Bazen ilgili kitlenin içinden doku örneklerinin alınması için ince iğne aspirasyon biyopsisi (FNAB) yapılması gerekebilir. FNAB ile tanı konulmasında şüphe varsa açık cerrahi yaklaşımlarla kitlelerden biyopsi yapılmasına gerek duyulacaktır.

Baş ve boyun kitlesiyle karşılaşıldığında zaman en önemli şeydir. Biran önce ilgili muayeneler, incelemeler yapılmalı, tedavi planlanmalıdır. Gerekli incelemeler tamamlanmadan kesinlikle cerrahi girişimlere kalkışılmamalıdır. Başımıza gelebilecek en kötü hastalıkların dahi zamanında ve uygun müdehaleler ile tam tedavisi mümkündür, bu kesinlikle unutulmamalıdır.



Unutulmamalı

  • ·       Baş ve boyun kitlesiyle karşılaşınca bir an önce KBB uzmanına başvurulmalıdır
  • ·       Kitlelerin önemli bir bülümü iltihaplar nedeniyle gelişir ve genel olarak ağrılı kitlelerdir.
  • ·       Yavaş gelişen ve ağrısız kitleler konusunda daha dikkatli olunmalıdır.
  • ·       Doğumsal kitleler genellikle bebeklik çağlarında görünür olduğu halde, erişkin hayatta ortaya çıkan tipleri de olabilir.
  • ·       Baş boyun kitleleriyle ilgili gerekli incelemeler yapılmadan cerrahi girişimlere kalkışılmaladır.


--
Prof.Dr. Mustafa Asım ŞAFAK,
Yakın Doğu Üniversitesi Tıp Fakültesi
Cerrahi Tıp Bilimleri Bölüm Başkanı
KBB Anabilim Dalı Başkanı
NEMJ Baş Editör
Lefkoşa, KKTC 

Mobile Phone KKTC: 0 542 877 55 66 
                         TC: 0 532 361 18 90
www.masafak.com


ŞAFAK MA, MD.
Professor of Otorhinolaryngology
Head of Otorhinolaryngology Department
President of Surgical Science Division
Near East University, Faculty of Medicine
Chief Editor of Near East Medical Journal

GSM: TRNC +90 542 877 55 66
          TR     +90 532 361 18 90


7 Ağustos 2015 Cuma

ORTA KULAKTA SU TOPLANMASI

Çocukluk çağının en sık görülen bu hastalığının halk arasında en yaygın ifade ediliş şekli "orta kulakta su toplanması" şeklindedir. Çocukluk çağlarındaki orta kulakta sıvı birikmesi durumu KBB literatüründe en sık SOM (seröz otitis media), ancak en doğru şekliyle EOM (efüzyonlu otitis media) olarak adlandırılır. EOM kesin tedavisi yapılabilen bir hastalıkltır. Çocukların önemli bir kısmında hastalık kendiliğinden dahi düzelebilir. Bir ay içinde düzelme görülmemesi durumunda ilaç tedavileri denenebilir. Nihayet inatçı vakalarda cerrahi tedaviyle tedavisi kesin olarak yapılabilir.

EOM

Kulak zarı dış kulak yolunun sonunda perde şeklinde yerleşmiştir. Zarın arka kısmı orta kulak boşluğuyla komşudur. Zara çarpan ses dalgaları zarla bağlantılı olan çekiç kemiğini, daha sonra sırasıyla örs ve özengi kemiğini titreştirerek iç kulağa ulaşır. Orta kulakta yer alan ve birbiriyle bağlantılı olan bu çekiç, örs ve özengi kemikleri, kemikcik zinciri olarak bilinir. Ses enerjisinin en ideal şekilde iç kulağa ulaşabilmesi için sağlam ve serbestçe titreşebilen bir kulak zarına ve kemikçik zincirine ihtiyaç vardır. Kulak zarı ve kemiçik zinciri sisteminin rahatça titreşebilmesi için kulak zarının her iki tarafının eşit basınçta hava ile dolu olması gerekir. Kulak zarının dış tarafı dış kulak yoluyla direkt atmosfere açık olup 1 atmosferlik hava basıncının etkisi altındadır. Zarın arka kısmındaki orta kulak boşluğunun havası ise Eustachian borusu yoluyla genizden gelir.


EFÜZYONLU OTİTİS MEDİA


Geniz bölgesi burun pasajının arka tarafında yumuşak damak ve küçük dilin üst bölgesinde yer alır. Nefes alma sırasında burundan geçen hava, genizden geçerek gırtlağa ulaşmaktadır. Sağlıklı bir çocuğun gelişimi sırasında erken yaşlardan itibaren geniz bölgesinde adenoid dokusu (geniz eti) büyümeye başlar. Geniz bölgesinde yer kaplayan her hangi bir kitle bulunursa burun tıkanıklığı oluşur ve nefes almak için ağız yolu kullanılır. Geniz eti nedeniyle Eustachian borusunda fonksiyon bozukluğu oluşursa orta kulağa hava ulaştırılması aksar.




Eustachian borusu çalışmazsa orta kulaktaki hava basıncı düşer ve vakum etkisi oluşur. Diğer bir deyişle dış kulaktaki hava basıncı göreceli olarak yüksek kalır, kulak zarı pozitif basıncın etkisiyle orta kulağa doğru çökmeye başlar. Bu durun uzun süre devam ederse, orta kulak örtüsü (mukoza) tarafından bir tür salgı üretilmeye başlanır. Sonuçta orta kulak boşluğu zamanla sıvı ile dolar ve kulak zarına iç taraftan hava yerine sıvı ile destek oluşur. Bu durumda kulak zarı ve kemikçikler rahatça titreşemediği için hafif dereceli işitme kaybı söz konusudur. Eustachiaan borusu fonksiyon bozukluğu birkaç hafta içinde düzelirse, salgılar genize atılarak, yerine hava doldurulur ve her şey normale döner. Ancak Eustchian tüp fonkiyon bozukluğu aylarca sürerse orta kulaktaki salgılar gittikçe koyulaşarak, zar yapısının bozulması ve kemikçiklerin birbirine yapışması ile orta derecede işitme kaybı gelişir. Problem yıllarca sürecek olursa, orta kulakta kireçlenmelere, kulak zarında kalıcı hasarlara ve sonuçta erişkin hayata kadar uzanan kalıcı işitme problemlerine neden olabilir.




EOM'nin takibinde bazen ilaçsız dahi düzelme olabilmektedir. Yeni saptanan bir olguda birkaç hafta içinde hastalık düzelmiyorsa orta kulak basıncı ölçülüp çeşitli ilaçlarla tedavi denenmelidir. Gerek hastanın hikayesi, gerekse muayene ve tetkik sonuçları uzun süreli bir problem olduğunu düşündürüyorsa, hasta işitme kayıplarına neden oluyorsa tedavi seçeneği fazla geç kalınmadan cerrahi olmalıdır. Cerrahide kulak zarı delinip sıvı boşaltılır ve oluşturulan delik hemen kapanmasın diye, orta kulağa hava taşınmasına yardımcı olmak üzere havalandırma kanalı (ventilasyon tüpü - kulak pili)  yerleştirilmesi gerekir. Patolojinin sebebi olarak geniz eti düşünülüyorsa, geniz etinin de alınması gerekir.




Kulak zarına tüp takılmasıyla zarın bütünlüğü bozulmuş olur. Bu durumda dış kulak yoluna su kaçması halinde, suyun orta kulağa geçmesi mümkündür ve orta kulakta irinli iltihaplara neden olabilir. Kulak tıkaçlarıyla su kaçmasına engel olunmalı, havuza veya denize girilirken baş suya sokulmamalıdır. Tüplerin 2-3 ayda bir kontrolüyle takibi gerekir. Vücudumuz bünyesindeki bütün yabancı maddeleri attığı gibi, ventilasyon tüplerini de genellikle atacaktır. Genizdeki Eustachian borusunun havalanmasına engel olan olay düzelmeden tüpler atılırsa yeniden yerleştirilmesi gerekebilir. Geniz tıkanıklığının uzun sürdüğü hastalarda, uzun süreli kalabilen özel tüpler takılabilir. Genel olarak tüplerin 2 yıldan daha uzun süreyle kalmasına pek izin verilmez. Uzun süreli kalan tüpler veya kendisi orta kulakta iltihaplara neden olan tüpler KBB muayenesi sırasında kolayca alınabilir.


UNUTULMAMALI

- EOM çocukluk çağının en sık hastalığıdır.

- Genellikle sebep geniz etinin büyümesidir.

- Bu hastalığın tedavisi mümkündür.

- Geniz eti alınsa dahi çocuğun yaşına ve fizyolojisine bağlı olarak yeniden büyüyecektir, fonksiyon bozukluğuna neden olursa yeniden alınması gerekir.

- Ventilasyon tüpü takılan kulaklara su kaçırılmamalıdır.

- Kulak ventilasyon tüplerinin belirli aralıklarla takibi önemlidir.


--
Prof.Dr. Mustafa Asım ŞAFAK,
Yakın Doğu Üniversitesi Tıp Fakültesi
Cerrahi Tıp Bilimleri Bölüm Başkanı
KBB Anabilim Dalı Başkanı
NEMJ Baş Editör
Lefkoşa, KKTC 

Mobile Phone KKTC: 0 542 877 55 66 
                         TC: 0 532 361 18 90
http://mustafaasimsafak.blogspot.com


ŞAFAK MA, MD.
Professor of Otorhinolaryngology
Head of Otorhinolaryngology Department
President of Surgical Science Division
Near East University, Faculty of Medicine
Chief Editor of Near East Medical Journal

GSM: TRNC +90 542 877 55 66
          TR     +90 532 361 18 90


10 Haziran 2015 Çarşamba

REFLÜ HASTALIĞI

Reflü hastalığı KBB literatüründe "Laringeal Reflü Hastalığı" veya "Laringofaringeal Reflü Hastalığı" olarak da adlandırılabilir.

Hastalığın Oluşum Mekanizması:

Yutulan veya içilen besinler yutak bölgesinden sonra yemek borusunun aktif hakeretleriyle mideye ulaşıncaya kadar peristalsizm denilen kasılma haretleriyle itilirler. Mideye ulaşan bir maddenin tekrar yemek borusuna geri kaçmasını engelleyen mekanizmalar vardır.

Reflü Hastalığı Nasıl Oluşur:

Besinlerin midede hazmedilebilmesi için mide duvarları tarafından mide suyu diye bilinen asit salgılanır. Midenin yapısı bu asitden zarar görmeyecek şekilde yapılandırılmıştır. Mide içeriği ile karışmış haldeki mide sıvısının asiditesi doğal olarak yüksektir. Mide içeriğinin yemek borusuna geri kaçması durumunda, asiditesi yüksek olan bu karışım yemek borusunda temas ettiği her bölgeye zarar verecektir. Yemek borusunun başlangıç kısmı, gırtlak yapıları ile yakın komşuluk göstermektedir. Reflünün bu bölgelere kadar uzanması hastalarda ciddi rahatsızlıklara yol açmaktadır.


Reflü Hastalığının Şikayetleri Nelerdir:

Reflü sadece yemek borusunun alt kısımlarında kaldığ sürece, imam tahtası denilen göğüs kemiğinin gerisinde bir çeşit yanma hissi oluşturur. Heart-Burn olarak adlandırılan bu yanma hissi bazen kalp hastalıklarının ağrısıyla karıştırılabilir. Reflü daha yukarılara, yemek borusunun gırtlak yapılarıyla komşu bölgelere ulaştığında ise boğazda bir dolgunluk ve kitle hissi, boğazda yanma, ağızda acı bir tadın algılanması, ses kısıklıığı, özellikle sıvı gıdaların yutulması sırasında öksürük, aksırık gibi yakınmalar, sık sık boğaz geniz temizleme hareketleri gibi yakınmalara neden olur. Yakınmaların önemli bir bölümü yemek yenildikten kısa bir sonra yatar pozisyona geçilmesiyle tetiklenir. Bu grup hastaların bir bölümünde mideye ait yanma ve hazımsızlık yakınmaları klinik tabloya eklenebileceği gibi, hiç bir mide şikayeti hissetmeyen hastalar da azınlıkta değildir.

Hastalığın Tanısı Nasıl Konulur:

Yakınmaların değerlendirilmesinde reflü hastalığından şüphelenildiğinde, gırtlak ve yutak bölgesinin kesiştiği alanlar özel endoskoplarla mutlaka kontrol edilmelidir. Genellikle endoskopi bulgular tipiktir. Akademik anlamda tanının kesinleştirilmesi için yemek borusuna yerleştirilecek özel sensörler yardımıyla, 24 saat boyunca moniterizasyonla midenin asidik içeriğinin bu bölgelere hangi seviyede ve ne sıklıkta kaçtığının tespit edilmesi mümkündür. Ancak bu tip tanı yöntemlerinin klinikte kullanılması çok pratik değildir. Mide şikayetlerinin ön planda olduğu olgularda "Gastroskopi" denilen mide endoskopisinin yapılmasında büyük fayda vardır.

Reflü Hastalığının Tedavisi Nasıl Yapılır:

Hastalığın tedavisi için öncelikle hastanın beslenme alışkanlıklarının düzenlenmesi çok önemlidir. Hastalığın oluş mekanizmasının tamamen mekanik temellere dayanması nedeniyle, bazı diyet önlemlerinin alınması tedavi için önemlidir. Beslenme alışkanlıklarının düzenlenebilmesi için bazı prensiplerin iyi bilinmesi gerekir.

i.                     Mideye ulaşan besinler midede yaklaşık 3 saat kaldıktan sonra barsaklara geçmektedir.

ii.                   Hazmedilmesi daha uzun zaman alan az pişmiş etler, kızartılarak hazırlanmış veya yağlı besinler için bu süre daha uzundur.

iii.                  Mide gerginliğinin artması, fiziksel bir etkiyle yemek borusuna oluşacak geri kaçağı kolaylaştıracaktır.

iv.                 Dolu mideyle dik kalmak yerine, yatar pozisyona geçmek, yer çekimi kanunları gereğince yemek borusuna kaçağı kolaylaştıracaktır.


O halde beslenme alışkanlıkları için yapılacakları hemen şu şekilde sıralayabiliriz.

i.                     Özellikle akşam yemeklerinde hazmedilmesi daha kolay olan besinlerin alınması, mide asiditesini artıracak domates soslarından ve asitli gıdalardan kaçınılması gerekmektedir. Çorbalar, haşlanarak pişirilmiş sebze yemekleri bu açıdan uygun olabilir.

ii.                   Midemizi çok dolduracak şekilde tıka basa yemek yemekten kaçınmak gerekir.

iii.                  Yemek sofrasından kalktıktan sonra en az 3 saat süreyle yatar pozisyona geçmemek, dik pozisyonda oturmak veya yürüyüş yapmak gerekir.

iv.                 Mide çevresine bası yapan giysilerden kaçınmak, ideal kiloda kalmak, mideyi irrite edebilecek aspirin gibi ilaçları tok karna ve dikkatli kullanmak, aşırı kahve ve çay tüketiminden kaçınmak, stresten uzak kalmak önemlidir.

v.                   Uyumak için kullanılan yatağın başucunun ayakucundan yaklaşık 15-20 cm daha yüksekte olması faydalıdır. Bu amaçla yüksek yastık kullanılması yeterli olmaz. Amaç baş ve boyun bölgesinin, midenin yer aldığı karın-bel bölgesinden daha yüksekte olması sağlanmalıdır. Bu amaçla yatağın baza yada karyolasının baş ucu kısmı takozlarla yükseltilebilir. Bu yapılamıyorsa özel tasarlanmış reflü yastıkları kullanılabilir. Bu tip bir yastık bulunamıyorsa belimizin altına 1 yastık, sırtımızın altına 2 yastık ve baş-boyun bölgemize 3 yastık konularak gerekli eğimi sağlamak mümkün olabilir.


Reflü Hastalığının İlaç Tedavisi Nasıl Yapılır:

Çeşitli ilaçların kullanılmasıyla gerek midenin asit salgılamasının kontrolü ve asiditenin azaltılması, gerek gırtlak ve yutaktaki doku hasarlarının tedavisi mümkündür. Mide asit salgılanmasının kontrolü ile oldukça başarılı sonuçlar alınmaktadır. Bu amaçla kullanılan ilaçlar genellikle sabahları aç karna alınmalı ve ilacın alınmasından sonra açlık hali en az 30 dakika devam etmelidir. Medikal tedaviye cevap alınabilmesi için ilaçların aralıksız yaklaşık 3-5 ay kullanılması gerekir. Çok özel durumlarda yemek borusuna kaçağın önlenmesi amacıyla mide ve yemek borusu bileşkesine uygulanan cerrahi tedaviler de tanımlanmıştır. Ayrıca reflü hastalığı sonucunda gırtlakta özellikle ses tellerinde gelişen birtakım hasarların cerrahi tekniklerle tedavileri de söz konusudur.

Unutulmamalı:

-          Reflü hastalığının en önemli belirtileri boğazda kitle hissi, yanma, gıcıklanma, yutkunma sırasında nefesin kesilmesi, boğulma hissi, kronik öksürük, yutma güçlüğü, ses kısıklığı, ağza acı su gelmesidir

-          Reflü hastalığının tanı, ayırıcı tanı ve tedavisi için KBB hekimlerinin etkinliği çok önemlidir

-          Reflü hastalığı beslenme alışkanlıklarımızın düzenlenmesiyle kontrol edilebilir

-          İdeal kiloya sahip olma, bel bölgesini sıkan giysilerden kaçınma, yatış pozisyonunda baş-boyun bölgesinin yükseltilmesi önemlidir

-          Reflü hastalığının tedavisinde ilaçlar ile başarılı sonuçlar alınabilmektedir

-          Zorlu olgularda cerrahi tedavi seçenekleri de vardır


--
Prof.Dr. Mustafa Asım ŞAFAK,
Yakın Doğu Üniversitesi Tıp Fakültesi
Cerrahi Tıp Bilimleri Bölüm Başkanı
KBB Anabilim Dalı Başkanı
NEMJ Baş Editör
Lefkoşa, KKTC 

Mobile Phone KKTC: 0 542 877 55 66 
                         TC: 0 532 361 18 90
http://mustafaasimsafak.blogspot.com


ŞAFAK MA, MD.
Professor of Otorhinolaryngology
Head of Otorhinolaryngology Department
President of Surgical Science Division
Near East University, Faculty of Medicine
Chief Editor of Near East Medical Journal

GSM: TRNC +90 542 877 55 66
          TR     +90 532 361 18 90


3 Mart 2015 Salı

İŞİTME SAĞLIĞI


İşitme duyumuz konuşmanın öğrenilmesi, toplumsal iletişimimiz ve sosyalleşmemiz açısından son derece önemli bir fonksiyondur. İşitme duyusu kulağın fonksiyonlarından biridir. Sağlam bir işitme fonksiyonu için kulağımızın normal olması kadar, merkezi sinir sistemindeki ilgili yapıların da normal olması gerekir.

İşitme Organlarının Yapısı

Kulağımız dış, orta ve iç kulak olmak üzere üç bölümden oluşur. Ortamdaki ses dalgalarının sağlam bir kulak kepçesi ve kulak yoluyla kulak zarına iletilmesi gerekir. Kulak zarı tarafından toplanan ses enerjisi orta kulakta yer alan kemikçikler yardımıyla iç kulağa taşınır. İç kulak salyangozundaki (kohlea) özel duyarlı hücreler, ses dalgalarından oluşan mekanik enerjiyi elektrik enerjisine dönüştürür. Elektrik enerjisi sinirler yardımıyla beyin sapındaki yapılarda hem işlenip hem taşınarak beynin ilgili bölümlerine iletilir ve işitme duyusu oluşur.


İşitme Kayıplarının Nedenleri

İşitme organlarının yapı ve çalışmasını etkileyen her türlü etken işitme problemlerine yol açabilmektedir. En basit olarak dış kulakta tam tıkanıklık yapan kulak kirleri dahi işitme azlığına neden olmaktadır. Dış kulak yolunda ayrıca tıkanıklık etkeni olarak çeşili iltihaplar, yapısal bozukluklar, kulak yolunun darlığı, hatta kulak yolunun doğumsal olarak hiç gelişmemiş olması, kulak tümörleri de işitme proplemlerine neden olacaklardır.

Orta kulağın etkilendiği durumlar da işitme sağlığını etkileyen önemli problemlerdir. Kulak zarının yapısındaki bozukluklar, delinmeler, incelmeler, çöküntüler, orta kulakta sıvı veya kan birikmesi; orta kulaktaki iltihabi olaylar, doğumsal anomaliler, iltihaplara bağlı kireçlenmeler, özengi kemiğinin kireçlenmesiyle işitme kaybına neden olan otoskleroz hastalığı işitme promlemlerine neden olur. Orta kulakta yer kaplayan damarsal, sinirsel yada diğer yumuşak doku kitleleri veya kanserleri de işitme problemi oluşturacaklardır.

İç kulak hastalıkları işitme sağlığına etki eden daha ciddi problemlerin nedenidir. İç kulaktaki hastalık doğuştan olabileceği gibi, çocukluk çağlarında, erişkinlik döneminde veya yaşlılık dönemlerinde de ortaya çıkabilir. 



Doğumsal olan işitme problemleri genellikle tam sağırlık şeklinde görülür ve mümkün olan en kısa sürede hastalığın tanınması ve tedavi önlemlerinin alınması çok önemlidir. Bu nedenle yenidoğan dönemindeki bütün çocukların işitme taramalarının yapılması gerekir. İşitme kaybı şüphesi olanlar yakın takip edilmeli ve gerekli tedavi önlemleri alınmalıdır.  Günümüz teknolojisinde hiç işitmeyen kulaklarda dahi normal işitme seviyelerine kadar tam sonuçlar alınan cerrahi tedavi yöntemleri vardır.

Çoukluk çağı viral hasalıkları da işitme sağlığı için önemli olabilir. Kızamık veya kabakulak gibi hastalıklar işitme kayıplarına neden olabilmektedir, anne ve babaların bu gibi durumlarda dikkatli olmaları gerekir.

Normal işiten bireylerde bir anda tam sağırlığa varacak kadar iç kulak tipi işitme  kayıpları gelişebilmektedir. Bu tip hasalıklarda işitme fonksiyonu 3 gün içinde önemli oranda azalma gösterir ve Ani İşitme Kaybı (AIK) olarak tanımlanır. AIK hastaları için zaman altın değerindedir. Mümkün olan en kısa sürede KBB hekimine başvurulmalı ve olabilecek en erken dönemde tedavi başlanmalıdır. Bu şekilde hastaların %80’den fazlası işitme fonksiyonlarını geri kazanabilmektedirler.

Pek çok dış etken kulak sağlımızı için zararlı olabilmektedir. Bunların başında bazı ilaçlar, ani basınç değişimleri, patlama şeklindeki ani gürültülere maruz kalmak, uzun yıllar gürültülü ortamlarda bulunmak sayılabilir. Kulaklıklar yardımıyla yüksek sesli müzik dinlemek de kulak sağlığı için son derece zararlı olabilmektedir.

İşitme Kaybında Tedavi Yöntemleri Nelerdir

Doğal olarak tedavi hastalığın tipine göre değişir. Doğumsal işitme kayıplarında biyonik kulak ameliyatları iyi bir yöntemdir. Mümkün olan en erken dönemde, genellikle ilk 6 ay içinde yapılmalıdır. 


Otoskleroz ameliyatı ile işitme kaybının tedavisi


Ani işitme kayıplarında hastalar genellikle steroid tedavisinedn çok fayda görmektedirler. Beraberinde yüksek basınçlı oksijen tedavisinin faydalı olduğuna inanılmaktadır. Kulak iltihaplarının her bir türüne göre özel ilaç yada ameliyat teknikleri gibi tedavi yöntemleri bulunmaktadır. İlaç yada cerrahi yöntemlerle yeterli sonuçlar alınamadığı durumlarda, yada birtakım kısıtlamalar nedeniyle tedavi yapılamayan durumlarda işitme cihazlarıyla rehabilitasyon teknikleri söz konusudur. Seçilecek işitme cihazının tipi de elbette mevcut işitme kaybının derecesine ve hastanın diğer özelliklerine göre son derece geniş bir yelpaze gösterir.


--
Prof.Dr. Mustafa Asım ŞAFAK,
Yakın Doğu Üniversitesi Tıp Fakültesi
Cerrahi Tıp Bilimleri Bölüm Başkanı
KBB Anabilim Dalı Başkanı
NEMJ Baş Editör
Lefkoşa, KKTC 

Mobile Phone KKTC: 0 542 877 55 66 
                         TC: 0 532 361 18 90
http://mustafaasimsafak.blogspot.com


ŞAFAK MA, MD.
Professor of Otorhinolaryngology
Head of Otorhinolaryngology Department
President of Surgical Science Division
Near East University, Faculty of Medicine
Chief Editor of Near East Medical Journal

          TR     +90 532 361 18 90


19 Şubat 2015 Perşembe

BAŞ DÖNMESİ YAKINMASIYLA BİR HASTANIN YAZDIKLARI ve KENDİSİNE CEVABIM

Merhaba sayın hocam ankaradan yazıyorum belki biraz uzun olacak ama kusuruma bakmayın artık bıktığım için bir çare arıyorum benim şikayetim 2004 senesinin ağustos ayında aniden başladı kafamı oynatınca sağa yada sola yatınca dengesizlik sersemlik ve sallanma oluyordu 2007 senesinde sabah uyandım avizeye baktım avize yuvarlak olarak dönüyordu ayağa kalktım heryer sallanmaya başladı hemen acile gittik serumlar ilaçlar kendime gelmem 3-4 günü buldu hastanede tuvalete gittim sallantıdan kapının kolunu bile zor buldum daha sonrasında bu olay birkaç defa daha tekrarladı sonrasında bppv tarzında ataklar olmaya başladı kafamı saga yada sola cevirdigimde goruntu kayıyordu hızlıca saga sola salladıgımda ise belirli bir süre baş dönmesi ve aşagıya düsme hissi oluyordu dix hallpike testi yaptırdım fakat boynum fazla izin vermedigi icin tam yapiamadi ama doktor bunun yeterli olacagini bppv olmadigini soyledi kulak cinlamasi yok isitme kaybi yok bulanti kusma yok meniere de degil dedi daha sonrasında bu ataklar yerini surekli dengesizlik gibi tuhaf birseye birakti bas donmesi desem degil dengesizlik gibi garip bir duygu tarifi yok ve surekli yasiyorum bazen yilda bir yada iki defa sag kulagimda vuu vuu tarzinda sadece sessiz ortamda duydugum kulak ugultum oluyor muzik setinin bas sesi gibi bir ses ankarada... hocama muayene oldum vemp testi kalorik test ve ic kulak mr istedi vemp temiz mr temiz kalorik testi yaptiramadim daha kotu olacagimi biliyordum ve o bas donmesinden korktum yasamak istemedim ... hoca kulakla ilgili oldugunu dusunmuyorum migrenöz vertigo olabilir diye... hocama (nöroloji) gonderdi burda hicbir test yapilmadi sadece konusma ve muayene vestibuler migren olabilir dedi hep olabilirle hayatimi kararttim isimden oldum borca girdim kendime guvenip ne is kurabiliyorum ne biryerde calisabiliyorum oyle fildir fildir bas donmem yok surekli hafif dengesizlik hafif bir bas donmesi garip bir olay inanin tam bir tarifi yok bunun mesela deniz yolculugu hareketli esyalar beni mahvediyor arabayi kendim kullandigim zaman sıkıntım fazla olmuyor baskası kullansın yada otobuse bineyim yine kendimi iyi hissetmiyorum artik ne yapacagimi sasirdim sayın hocam bppv ye benziyor degil meniere degil akustik norinom degil nedir bu hocam ensemde kafamda surekli bir agirlik surekli hafif dengesizlik ama bazen evden cikamiyorum kafami oynatamiyorum 2-3 gun sonra yavas yavas geciyor ama bu sersemlik hep var lutfen hocam olabilecek rahatsizliklar hakkinda yada neye benzedigi hakkinda biraz bilgi verirmisiniz gozlerimdede agirlik var gozluk kullaniyorum bazen gozluksuz daha net goruyorum bazen puslu goruyorum puslu gordugum zamanlarda zaten kendimi iyi hissetmiyorum kendimi biraz iyi hissedince gozlugumu cikartip deniyorum ve daha net gordugumu anliyorum ayda 2-3 sefer tek tarafli bas agrilarim oluyor bazen majezik geciriyor bazen gecirmiyor anlam veremiyorum biliyorum muayene etmeden birsey soyleyemezsiniz fakat en azindan hikayeden ufakta olsa bir sonuc cikma ihtimali vardir dedim cunku bu gibi durumlarda anamnez cok onemli bazen teshise bile goturebiliyor sayin hocam sizden ricam okuyupta bir cevap yazarsaniz beni cok mutlu edersiniz sizin gibi saygideger bir hocanin verecegi cevaplara cok ihtiyacim var saygilar

Sayın ...

Baş dönmesi yakınmasının ardındaki hastalığı anlamanın en önemli yolu hastanın yakınmalarını tüm ayrıntılarıyla öğrenmektir. Siz şikayetlerinizi ve gelişim kronolojisini oldukça iyi özetlemişsiniz. Yapılan test sonuçlarını görmemekle ve muayenenizi yapmamakla beraber anlattıklarınızdan edindiğin öngörüyü sizinle paylaşayım.

İlk kez baş dönmesi yaşadığınızda hastalığınızın adı: VESTİBÜLER NÖRİNİT (bu hastalıkta işitme bulguları olmaz, ani başlar, hastalığın şiddeti birkaç gün içinde söner ancak aylarca, bazen yıllarca dengesizlik yakınmaları sürebilir).

Sonrasnda belli pozisyonlarda olan dönme şikayetlerinizin ardında büyük bir ihtimalle: BENİGN PAROKSİSMAL VERTİGO oluşmuş. Bu hastalık tipik olarak Vestibüler nörinit sonrası gelişir. Kristallerin iç kulakta yer değiştirmesidir. Bazen krsitaller kendi kendine de orjinal yerlerine geri dönebilirler.

Hastalığınızın MENIERE olduğunu sanmıyorum. İşitmeyle ilgili bir bulgu olmayışı Meniere hastalığı olmadığını kesin kanıtlıyor. Ayrıca VEMP testinin normal olması bu durumu destekliyor. Ancak zaman zaman olan vuu vuu sesleri kulağınızda henüz klinik seviyeye ulaşmamış çok hafif derecede ve Meniere için tipik olan pes tonlu seslerdeki işitme kaybını düşündürüyor. Henüz Meneire tablosu tipik değilse de zamanla oturabilir, 1 yıl aralıklarla işitme testlerinin takibi gerekir.

VERTİGİNÖZ MİGREN olgularında aynı migren gibi tipik başağrısı atakları olması lazım ve Vertigo ataklarının en az yarısı baş ağrısı ile birlikte olmalı. Ayrıca Migren tanısı için gerekli diğer kriterleri de taşımalı. Sizin başağrısı tipi her nekadar tek taraflı olsa da, baş dönmesi ataklarıyla olan ilişiksi, aura bulguları, atak sonrası diğer migren belirtileri gibi özellikler tam net değil.

AKUSTİK NÖRİNOM olmadığı yapılan MR tastiyle kesinleşmiş durumda, Yine de 2 yıl sonra MR ile bir kez daha kontrolünde fayda var.

SONUÇ büyük bir ihtimalle VESTİBÜLER NÖRİNİT geçirdiniz. Bu hastalıkta her iki taraftaki iç kulak denge organlarının fonksiyonları arasında simeri bozulur ve günlük hayatta çok sık yaptığımız hareketler en erken dönemde olmak kaydıyla, daha nadir yaptığımız hareketler ise çok daha uzun zaman içinde kendi kendine rehabilite olur. Bunun anlamı bozulan kulak fonksiyonuna bağlı asimetrinin, merkezi denge organları (beyincik, beyin sapı ve beyin) tarafından yeniden dengeye getirilmek üzere uyarlanmasıdır. Bu amaçla şikayetlerininzi tetikleyen durumlardan sakın kaçınmayın ve özellikle bu durumların üzerine gidin. Örneğin öne eğilip kalkmakla başınız mı dönüyor, bu hareketi mümkün olduğunca çok tekrarlayın. Çok tekrarlayın ki, merkezi denge organları durumu yeniden öğrenebilmek için fırsat bulsun.

SON OLARAK bu yeniden adaptasyon süresi, kompanzasyon süresi hastanın yaşıyla da son derece yakından ilgilidir. Şikayetlerinizi yazarken yaşınızdan bahsetmemişsiniz. Hasta nekadar genç yaştaysa, hatta çocukluk çağındaysa şikayetler o denli hızlı bir şekilde birkaç ay içinde düzelecektir. Orta yaşlı hastalarda bu durum 1 yıla kadar sürecek, ileri yaşlarda çok çok daha uzun bir süre şikayetler devam edecektir. Bozulan iç kulak bölümleri hiç bir zaman tam çalışmayacaktır ancak merkezi denge organları iki kulak arasındaki dengeyi ve asimetriyi yeniden öğremebilecektir. Ancak sabır ve çaba gerekiyor. Bu süre boyunca her nekadar kanıta dayalı tıp tarafından ispatlanmış olmasa da, birtakım ilaçların kullanılması faydalı olabilir.

Kolay gelsin ve geçmiş olsun dileklerimle.

--
Prof.Dr. Mustafa Asım ŞAFAK,
Yakın Doğu Üniversitesi Tıp Fakültesi
Cerrahi Tıp Bilimleri Bölüm Başkanı
KBB Anabilim Dalı Başkanı
NEMJ Baş Editör
Lefkoşa, KKTC 

Mobile Phone KKTC: 0 542 877 55 66 
                         TC: 0 532 361 18 90
http://mustafaasimsafak.blogspot.com


ŞAFAK MA, MD.
Professor of Otorhinolaryngology
Head of Otorhinolaryngology Department
President of Surgical Science Division
Near East University, Faculty of Medicine
Chief Editor of Near East Medical Journal

GSM: TRNC +90 542 877 55 66
          TR     +90 532 361 18 90


3 Ocak 2015 Cumartesi

İÇ KULAK KRİSTAL HASTALIĞI

Yatarken bir yandan diğer yana döndüğünüzde başınız mı döndü? Yada yukarıya bakarken veya öne eğildiğinizde baş dönmesi mi oluştu? Oluşan baş dönmesi çok şiddetli de olsa, 60 saniyeden daha kısa süreli miydi? Bu çok rahatsız edici bir yakınma olsa da, tedavisi çok basit bir hastalık olabilir; iç kulak kristallerinizin yeri değişmiş olabilir. İlgi alanı iç kulak hastalıkları olan bir Kulak Burun Boğaz hekimine başvurmalısınız.

İç Kulak Neresidir?

Kulak yapılarımızı belli başlı bölgeler olarak üçe ayırabiliriz. İç kulak, dış ve orta kulaktan sonra gelen, kafa tası kemiklerinden şakak kemiğimizin en derindeki, piramit şekilli en sert bölümünde yer alır. İşitmeden sorumlu kulak salyangozu ve bir tür hareket sensörü olan denge organımız iç kulakta yerleşmiştir. İç kulak yapılarımızın tamamı sıvılarla dolu ince zarlardan oluşmuştur.

İç Kulak Kristali Nedir?

Denge organımız içinde 5 ayrı bölüm vardır. Bunlardan üçü yarım daire kanalları (YDK) şeklinde olup, başımızın her bir boyuttaki dönme hareketlerini algılamak içindir. YDK yapıları yerleşimlerine göre üst kanal, yan kanal ve arka kanal olarak isimlendirilir. Kalan iki bölüm üzerlerine yapışık kristaller sayesinde yatay ve dikey düzlemlerdeki hareketleri algılar. Normalde YDK yapılarının içinde kristaller bulunmaz.


Kristal Hastalığı Nasıl Oluşur?

Kafa travmaları veya geçirilen iç kulak viral enfeksiyonları sonucunda yapışık haldeki kristaller yerlerinden koparak iç kulak sıvıları içinde serbest şekilde yüzer hale geçebilmektedir. Böylece yatay düzlemdeki hareketleri algılayan bölümden kopan kristaller, YDK bölgelerine kaçarlarsa kristal hastalığına neden olmaktadırlar. Yerleşimleri nedeniyle doğal olarak kristaller en sık arka kanala, daha nadir olarak yan kanala kaçabilmektedir. Teorik olarak üst kanala da kristal kaçması söz konusudur ancak pozisyonu nedeniyle kolayca tekrar geri çıkabilmektedir. Arka kanal ve yan kanala kaçan kristallerin özel baş hareketi manevralarıyla çıkarılmaları gerekmektedir.

Kristal Hastalığı Tanısı Nasıl Konulur?

Baş dönmesi ile başvuran hastanın yakınmaları dikkatle sorgulanıp, şikayetlerin başlayış ve oluş şekli aydınlatılıp, eşlik eden diğer yakınmalar etraflıca tespit edilmelidir. Öncelikle tam bir KBB muayenesi yapılmalıdır. Ardından beyin ve beyincik fonksiyonlarına yönelik nörolojik muayenelerin yapılması gerekir. Daha sonra iç kulak hareket sensörlerinin fonksiyonları özel muayene yöntemleriyle incelenmelidir. Kristal hastalığının tespit edilmesi sadece fizik muayene yöntemleriyle mümkündür. Diğer bir deyişle ayırıcı tanıya yönelik çalışmalar dışında her hangi bir kan tetkiki yapılmasına, özel elektrofizyolojik laboratuar yöntemlerine yada herhangi bir film çekilmesine gerek yoktur.

Kristal hastalığının tanısı için, serbest halde yüzen kristallerin hangi kulakta, hangi kanala kaçtığının tespit edilmesi gerekir. Kristal hastalığının sağ kulakta mı, yoksa sol kulakta mı olduğunun ve hangi kanalın yada kanalların tutulduğunun tespit edilmesi karışık fizik muayene yöntemlerini gerektirir.  Her bir durumun incelenmesi için özel tanı manevraları vardır. Hastalık genellikle tek bir kulakta ve tek bir kanalın tutulumuyla görülse de, son derece karışık durumlarla da karşılaşılabilmektedir.

 

Kristal Hastalığı Nasıl Tedavi Edilir?

Tedavi için kaçan kristallerin bulundukları yanlış konumdan çıkarılarak, ait oldukları iç kulak yapısına gönderilmesi gerekir. Kristallerin orijinal yerlerine gönderilmesi için re-pozisyon manevraları uygulanır. Kristalin kaçtığı kulağa ve kanala göre değişen farklı manevra yöntemleri vardır. Hatta aynı patolojik durum için tanımlanmış birden çok re-pozisyon manevraları da söz konusudur. Düzeltici manevraların bazen tekrarlı defalar uygulanması gerekebilir. Genellikle ilk manevra ile hastaların yaklaşık %80’i tedavi edilebilmektedir.

Birden fazla kulak ve/veya kanalın tutulduğu kristal hastalığı durumlarında, öncelikle bulguların en belirgin olduğu pozisyona göre düzeltici re-pozisyon manevraları yapılmalıdır. Yapılan kontrol muayeneleri ile devam eden diğer kulak yada kanallara ait kristal hastalığı durumları da sırayla tedavi edilmelidir.

Kristal Hastalığının Takibi Nasıl Yapılmalıdır?

Düzeltici manevra sonrasında hasta 2 hafta boyunca ani baş ve boyun hareketlerinden kaçınmalı ve tutulan kulak altta kalacak şekilde yatmamalıdır. Hastalar hayati tehlike yaratabilecek durum ve pozisyonlardan uzak durmalıdır. Yapılan kontrol muayenesinden sonra bulgular düzelmişse kısıtlamalara son verilir

Kristal hastalığına ait yakınmalar mucizevi bir şekilde düzeltici re-pozisyon manevraları ile tamamen düzelir. Hastaların ek olarak herhangi bir ilaç kullanmalarına gerek kalmaz. Ancak kristal hastalığına eşlik eden diğer denge yakınmalarının birlikte bulunması halinde, tanı için ek araştırmalar ve ilaç tedavileri gerekebilmektedir.

Kontrol muayenelerinde hastalığın devam ettiği tespit edilirse, düzeltici re-pozisyon manevraları tekrarlanmalıdır. İki hafta aralarla toplam üç kez düzeltici manevra yapılmasına rağmen hala yakınmalar devam ediyorsa mutlaka ayırıcı tanı çalışmaları yapılmalıdır. 


--
Prof.Dr. Mustafa Asım ŞAFAK,
Yakın Doğu Üniversitesi Tıp Fakültesi
Cerrahi Tıp Bilimleri Bölüm Başkanı
KBB Anabilim Dalı Başkanı
NEMJ Baş Editör
Lefkoşa, KKTC 

Mobile Phone KKTC: 0 542 877 55 66 
                         TC: 0 532 361 18 90
http://mustafaasimsafak.blogspot.com


ŞAFAK MA, MD.
Professor of Otorhinolaryngology
Head of Otorhinolaryngology Department
President of Surgical Science Division
Near East University, Faculty of Medicine
Chief Editor of Near East Medical Journal

GSM: TRNC +90 542 877 55 66
          TR     +90 532 361 18 90


TEK BİR KAN TESTİYLE 8 AYRI KANSER İÇİN TANI KONULABİLECEK

Kanser tanısı genelde zahmetli ve pek çok testin yapılmasına dayanan zahmetli bir süreçtir. Şimdi "CancerSEEK" ismiyle anılan tek ...